/  Genel  /  Rah3: Ruhun Karmaşık Halı 
Genel

Rah3: Ruhun Karmaşık Halı 

Yazar
Yavuz Adugit
yadugit
17


Birinci Bölüm: Dingin, yumuşak, narin, uysal… Fakat heyecan; ötelerden gelen ve tedbiri olmayan bir heyecan… Heyecanın nedenleri arasında tehlikesizliğin ve tekinliğin olmadığını söyleme alışkanlığı, insani hallere maruz kalmış zihnin tarihsel tembelliğinin ürünüdür. Zihnin düşünme konusunda vadesinin dolması zamansal değildir. Daha bir miktar zamandan yararlanmış olan bir zihin de yaşlılığa teslim olabilir. Bu katı tembellik, üstelik aşka rağmen… Ama nasıl olur! Bu denli sık aşka tutulan insan, aşkın, en küçük hamlede bile, tehlikesizliğin ve tekinliğin heyecanın nedenleri arasında yer aldığını ayan beyan ortaya serdiğini neden göremez? Aşk, tehlikenin kendini heyecanın yegâne nedeni olarak ilan edişini, kalbin en küçük hareketiyle tasfiye eder. Aşkın tehlike taşımaması değil, aşkta tehlikenin etki alanının daralması… Ortada kalan tek gerçek; heyecan… Ne ki çok kısa… Haddinden fazla yetersiz… Ve kıvrak, parlak, ama son radde değil… Çocuksu… Başlamış, bitecek hissi uyandırır, ama bitimsiz… Yola koyulup gider, varacak inancı yaratır, ama varamaz. O, orada öylesine varlığını sürdüredursun… Zengin bir yaşantılar âlemi duruyor karşımızda. İşte neşe! Öyle asil ki! Tüm sınırlara riayet ediyor; aklın ve duyguların sınırlarına… Bütün aşırılıkların üstesinden geliyor; akıl ve duygu aşırılıklarına… Tinsel buhranlara dair hiçbir belirti yok, mantığı ihlal etmeye dair hiçbir zorlama… Apollon bundan dolayı mı müziğin tanrısı ilan edildi, acaba? Haddini ve hesabını, sınırını ve seviyesini bilen bir neşe… Fakat işte yeni bir gariplik! Bir hayretlik vaka… Neşe bütün doğallığıyla mevcudiyetini hissettiriyorken, coşku değil, dikkat çekici bir sessizlik yayılır ortalığa. Her şey durgun, her şey dingin… Hareket basit bir hamleyle evrenden tasfiye edildi. Hiçliğe koşulsuz bir teslimiyet… Fakat kendinden amaç olarak değil, var olanların yoğunluğundan boğulma riskine çare olarak… Varoluşun çatışmalı doğasına maruz kalan insan, ona yenik düşmemek için sık sık hareketsizliğe teslim bayrağı çeker. İnsan, oluşla başa çıkamaz. Bu insanlık durumunu, topyekûn sessizliğe bürünen orkestradan daha iyi ne dile getirebilir? Aniden sonsuzluk yüzünü gösterir, ama son bulur hemen ardında. Varoluşa yenik düşmüş olmayı, en büyük utancıymış gibi göstermek ister insan. Gelin görün ki, utanç tarzları arasında böyle bir türün yeri yoktur. Ve insan kendi yerine müziğin mabetlerini konuşturur. İşte, bir ağır sitem dökülür piyanonun bağrından. Bir manasız iç çekiş, bir derin başı-boş bakış… Ve ani bir parlama, bir öfke… Fakat geçici ve etkisiz… Bir genç kız kıvraklığı ve neşesi uyanır bu öfkeden. Kıpır kıpır… Ah tanrım, her şey kendiliğinden, her şey denetimsiz! Nedensizlik egemenlik kurar belirsizlik üstüne. Bir kırık hıçkırık yayılır sonsuzluğa, bir bilinmez küfür dağılır ortalığa. Ama o da ne! Nereden çıktı bu huzur veren seda? Bırakın, bütün sesler yayılsın! Onlarla bir varoluş edimi var-olmakta. Bir değişken dünya kurulur insanın yüreğinde, bir çatışmalı dünya… Durgunluk barındıran, fakat durgun olmayan bir dünya…

İkinci Bölüm: Bir tını geliyor uzaklardan. Kulağa değil, kalbe hitap eden bir tını… Bulutsu… Bedeni askıya alan bir tını… Mekânın ötesinden şahikaya varan bir ince nağme… Dalga dalga duygular esiyor; ılık ve serin… Ama bu kadar kısa sürede zaman ile mekânın altını üstüne getirmeye insani bir yürek dayanabilir mi? Ve fakat! Hiçbir gerilim görünmüyor ortalıkta. Her şey olması gerektiği gibi, her şey dengede… Hiçbir şeyin eksikliği duyulmuyor. Üstelik olması gerekene dair ne bir duygu var ne de bir düşünce. Gerçeklik ile duygular ilk kez bu kadar eksiksiz örtüşüyor. Gerçekliğin tam olduğuna dair duygu hâkimiyetini çok sağlam kuruyor. Her var-olan memnun halinde: şeyler de insanlar da… Ve aniden tutulur evren. Bakın, çocuklarını yüzüstü bırakan duygusuz bir anne edasıyla barındırdığı her şeye ilgisiz! Bu hamleyle yalnızlığı her şeyin yazgısı ilan eder. Bundan böyle her edim meşruiyet kazanır. İşte bu nedenle piyano çatışmalarla beslenen aşkı dile getirir, keman tehlikeli bir terennümde bulunur. Berrak ve kırık… İki ses birlikte serzenişte bulunur: yeryüzü kırık umutların, dinmez arzuların mekânıdır. Piyano ile kemanın törensi birlikteliğinde aşkın paradoksal doğası buyurgan olmayan bir tonda konuşur. Karşıtlıklar: neşe ve hüzün… Ortalık kıpır kıpır… Fakat gizliden gizliye bir sis yayılır tinin üstüne. Sonra bir biraradalık ayrılığın dili olur. Boğucu bir tipinin ortasında güneş yüzünün gösterir. Boğulmak üzere olan bir insanın dudakları arasından belli belirsiz bir gülümseme belirir. Hüzünlü bir neşe yahut neşeli bir hüzün… Gözü dönmüş bu hüznün; arsız bir biçimde kalbi bütün hoş duygulardan koparır. Fakat çok kısa… Hiçbir duygu kendini kabul ettiremiyor, hiçbir duygu bir iktidar kuramıyor. Her şey teşebbüsten ibaret… Her şey eksik bir hamle…   

Üçüncü Bölüm: Fakat en kötü talihsizlikte barınır en cezbedici talih; hayat bütün neşe ve mutlulukların getirisini de aşka miras bırakır. Gürül gürül akan bir mutluluk… Rengârenk bir dünya inşa eder sesler. Kederlere aldırışsız bir kalp zevk-ü safa içinde gönül eğlendirir. Evet, ama hercai bir gönül hangi dalda zamanı durdurabilir? Narin bir nağmenin verdiği huzur ile kırık bir nağmenin yarattığı tahripkâr olmayan hüzün arasında güzel bir kadının hoş sesi yankılanır. Bakın keman konuşuyor: siyah değil, kılı kırk yaran çabalara rağmen, her daim basit bir gerekçeyle lekelenme ihtimali taşıyan beyazdır asıl tehlikeli olan. En pak şeyin bile çehresi bu kadar çabuk kirleniyorsa, en hafif dokunuşun bile en sağlam şey için ölümcül bir darbeye dönüşmeyeceğinin garantisini kim verebilir? Her şey neden bu kadar hareketli, her şey neden bu kadar değişken? Değişim barındırmayan bir hareket barındıramaz mıydı evren? En güzel varlıkta bile bir kasvet yayılıyor hayata. Ve bu ulaşılamaz hız, her şeyin bu kadar çabuk olup-bitmesi, hayallere fazla gelir. Trajedi bir kez daha sesini duyurur. Neşe, ağır kederin etkilerini tam sıfırlamak üzereydi. Her şey bitti bitecek gibiydi. Ama bitimsiz bir savaş… Ebedi bir mücadele… Keder ile neşe bir türlü yenişemiyor. Ve hanedanlığının ebedi olmadığını anladıklarında, ebediyen hanedan olmaktan çekinirler. Bu nedenle karşı karşıya gelip akıl almaz bir mücadeleye giriştikleri halde, bir arada yaşama zorunluluğuna boyun eğerler. Böylece bir mukavele imzalayıp adına müzik dediler. Müzik, karşıt duyguların birbirine suikast düzenlemeyi ebediyen yasakladığı, ama soğuk bir savaş halinde bir arada yaşamaya rıza gösterdiği sözleşmenin estetik adıdır. Mutlak mağlubiyetin zamanın dışına atıldığı, ama hiçbir kalıcı galibiyetin garanti altına alınmadığı bir durum… Yitip gidiyor sıradanlık, tanrısallaşıyor tek başınalık… Her şey birbirine düşman, fakat zaferini garantiye almaya muktedir hiçbir şey yoktur kâinatta. Kalp: ah şu talihsiz organ! Bütün acı ve kederlerin yükünü tek başına sırtlar. Bu neyin kefaretidir, acaba? Bu ceza neden reva görüldü ona? Bilmez, sadece yaşar. Fakat bu çelişkiyi örtbas etme sevimsizliğini de göstermez. Uysallık değil, metanet… Güce boyun eğmek değil, gerçeğe rıza göstermek… Gerilim baş gösterir. Davulu saran öfke, zille çığlığa dönüşür. Çığlık, nesnesine dokunamayan öfkenin görünümüdür. En soylusundan bir küfür… İşte bu yüzden sessiz sedasız kırılır, işte bu yüzden hiç debelenmeden tutulur. Ses çıkarmaz, ortalığı velveleye vermez, kimseyle hesaplaşmaz… Çok canlı yaşadığından, karşı durmanın beyhudeliğine olan inancı hiçbir eksiklik taşımaz. Önce içine kapanır, sonra kendini öldürür. Bakın can çekişmenin bizzat kendisi duyulur hale geliyor; orkestra… Kemanın son nağmesi: varoluşun çıplak, en çıplak hali, işte bu ince dokunuştur.   

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir